BİR AĞRI DAĞI EFSANESİ “AĞRI DAĞI’NA BYPASS”
Prof. Dr. Bingür SÖNMEZ
Koroner damar hastalığı olan, özellikle genç hastalarda, ilk teşhis anından itibaren üç evre yaşanmaktadır:

1- Hastalığı red etme (inkar) dönemi: Bu dönemde “ben gencim”, “spor yapıyorum”, “sigara içmiyorum”, “ailemde böle bir şey yok” dedikleri gibi , “ben 5 kat merdiveni sorunsuz çıkıyorum” da diyebilmektedirler.

2- Suçlama dönemi: Hastalar hastalıklarının nedeni olarak önce yakın çevresini (eşi, ailesi, çocukları), sonra işini, daha sonra ülke sorunlarını suçlamaktadırlar. Hatta kendilerini suçlayarak “Ben kendime iyi bakmadım, bu nedenle iyi bir insan, iyi bir eş, iyi bir vatandaş değilim” diyenler bile olmaktadır.

3- Depresyon Dönemi: Son aşamada ise koroner bypass ameliyatından sonra “ben artık yarım insan oldum, bu ameliyattan sonra ne kadar yaşarım, tekrar ameliyat olabilir miyim” gibi sorulara cevap ararken bir depresyon dönemine girmektedirler. Bu tür psikolojik bozukluklar insanin kendi ve aile yaşamı ile birlikte iş yaşamını da etkileyeceği için ülke ekonomisine yansımasının boyutları oldukça ileri düzeydedir. İki yıl ameliyat olmaya karar veremediği için enfarktüs geçiren hastaların yanında ameliyattan sonra üç ay sadece sırt üstü yatan, aylarca evinden dışarıya çıkmayan hatta üç ay sonra gelip “ben banyo yapabilirmiyim?” diye soran hastalar bulunmaktadır.

İşin meslek boyutuna bakınca bypass ameliyatı olan insanların ameliyat sonrasında çalışma ortamında ciddi sorunları olduğunu da görmekteyiz. Örneğin bir şöför ameliyat sonrası işten çıkarılabiliyor ama bir hava yolları pilotu mesleği uluslararası havacılık standartları ile güvenceye alındığı için 6 ay sonra bir Air Bus uçurabiliyor. Genel müdür yardımcısı olan bir hastanın genel müdürlüğe yükselme şansının azalması da gene bu yanlış saplantılardan kaynaklanmaktadır.

Kişisel olarak görüşme yaptığımız hastalara ve ailelerine koroner bypass ameliyatlarının zamanında yapıldığı taktirde hastaların tamamen normal hayatlarına dönebileceklerini defalarca söylememize rağmen yeteri kadar ikna edici olamadığımızı biliyorduk. Clup Bypass olarak zaman zaman yürüyüşler ve toplantılar yaparak kitleleri bilgilendirmemize rağmen mesajlarımızın kitleye ulaşmadığını görmekteydik. Bu aktivitelerde ameliyattan sonra korktuğu için iki yıl İstanbul dışına çıkamamış olan hastalarla karşılaştık. Bu nedenle öyle bir aktivite gerçekleştirelim ki bypass ameliyatı olmuş veya birgün olacak insanlara, ailelerine, çalışma arkadaşlarına, dolayısıyla büyük kitlelere ulaştıralım fikrinden yola çıkarak kitlesel bir organizasyon düşündük. Bu nedenle bypass ameliyatı olan 3 hastamız ile birlikte ülkenin en yüksek dağına çıkalım ve oradan tüm dünyaya “Koroner Bypass Ameliyatı Olan İnsanlar Tamamen Normal Yaşantılarına Dönebilirler Hatta Ağrı Dağı’na Bile Çıkabilirler” mesajını vermek istedik.

Ülkemizin yetiştirdiği en değerli dağcılarından Nasuh Mahruki ile yaptığımız görüşme bize bu konuda büyük cesaret verdi. Basit planımız hastalarımız ile Ağrı Dağı’nda çıkabildiğimiz yere kadar çıkmaktı. Zaten profesyonel dağcılar da zirveyi hedeflemelerine rağmen kondisyonlarının müsaade ettiği ve hava muhalefetinin izin verdiği ölçüde başarılı oluyorlardı. Bu aktivitenin gerçekleştirilmesinde CNN Haber Müdürü Sn. Ferhat Borotav’ın teşvik ve destek yönünden, büyük katkıları olmuştur.

Koroner bypass ameliyatı olmuş üç gönüllüye ve birlikte gidecek olan 5 doktor arkadaşımıza kendileri için gerekli efor-kondisyon testlerini yaptırdık. Nasuh Mahruki İstanbul ve Antalya AKUT’tan bu aktiviteye katılmak üzere 5 gönüllü dağcı ile mükemmel bir ekip oluşturdu. Özellikle zorlu expedisyonlarda Nasuh Mahruki’nin partneri olan Antalya ekibinin lideri Sn. Yılmaz Sevgül’ün tüm bu organizasyonlarda büyük katkısı oldu. Ekibe gönüllü olarak katılan diğer dağcılarla birlikte toplan 25 kişi olduk (Sponsorlarımız ve ekibin tüm listesi genel bilgiler içerisinde sunulmuştur).

Hazırlık aşamasında genel bilgiler içerisinde isimleri sunulan sponsorlarımızın desteği ile AKUT ekibi dışında kalan 14 kişilik ekibimize listesi Nasuh Mahruki tarafından hazırlanan tam donanımlı dağcılık malzemeleri aldık 9Ağustos 2003 tarihinde Ağrı Dağı Efsanesi romanının yazarı Yaşar Kemal ve Türk Kalp Vakfı Başkanı Sn. Çetin Yıldırımakın’ın katkıları ile basın toplantısı yaparak projemizi anlattığımızda gerek yazılı gerek görsel basından çok büyük ilgi gördük. Dağcılık donanımlarımız teslim aldığımız gün eşyalarımızın nasıl kullanılacağı ve dağda neler yapacağımız konusunda Nasuh Mahruki’den bilgiler aldık.

Yolculuk tarihine yaklaştıkça benim göğsüme ağırlıklar çökmeye başladı. Bunu farkeden sevgili Nasuh Mahruki’nin “Bingür Hocam, bunlar evlerinden çıkmayan insanlar, biz bunları alıp Doğu Bayazıt’a götüreceğiz oradan Ağrı Dağı’nın eteklerine götüreceğiz. Yüz metre tırmanıp piknik yapıp geri dönsek bile proje başarıya ulaşmış demektir” sözleri bütün sıkıntımı aldı.

16 Temmuz 2003 Cumartesi sabahı tüm ekip Yeşilköy Havaalanında buluştuk. Herkes aileleri ile gelmişti ve büyük keyif içindeydiler. Ben bu arada İstanbul AKUT ekibinden Cumhur Palas’ın elinde uzun sarı bir fiber sedye gördüm. Bir anda yapacağımız işin ne kadar zor ve tehlikeli olduğu gözlerimin önüne geldi ama diş hekiminin koltuğunda oturmuş gibi hissettim kendimi. Artık geri dönmek söz konusu değildi.

Van Havaalanında bizi ameliyat ettiğimiz hastalarımız ve yöre esnaf dernekleri çiçekler ve davul-zurna ile bizi karşıladılar. Burada Med-Line ambülansının tüm ekibi ile bizi karşılaması hepimizi çok rahatlattı. Planladığımız gibi Van’ın meşhur sabah kahvaltısı için gittiğimiz pastanede özellikle hastalarımıza “bir hafta boyunca hiç bir diyet yok her şey serbest” mesajını vermem üzerine sucuklu yumurta dahil her türlü toksik madde keyifle yenildi. Doğu Bayazıt’a doğru giderken Muradiye Şelaleleri’ne uğrayarak bir yorgunluk çayı içtik.

Doğu Bayazıt’ın girişinde bir benzin istasyonunda Erzurum Valisi Sn. Mustafa Malay ve Doğu Bayazıt Kaymakamı Sn.Nurullah Çakır, Jandama Komutanı ve yöre esnaf dernekleri tarafından pankartlar, çiçekler davul-zurna ve folklor ekipleriyle karşılandık. Burada Ağrı Dağı’nı ilk defa gördük. Fakat zirve tamamen bulut içerisinde olduğu için dağın haşmetini tam değerlendiremedik. Buradan İshak Paşa Sarayı’na gittik ve sarayın güneş batarken olağanüstü fotoğraflarını çektik. Sarayın yanında bulunan bir tepe üzerinde kurulan yörük çadırında, minderler üzerinde oturarak kaymakam beyin ikramı olan mükellef bir akşam yemeği yedik. Bu yemekte oldukça toksik idi.

Daha sonra Doğu Beyazıt’a gelerek İsfahan Otel’e yerleştik. Yıldız sayısını tahmin etmek oldukça güç oldu (sıfır ile 2 arası olabilir). Odalar iki kişilikti, ben oğlum Ozan ile birlikte kaldım. Aynı akşam yöre halkına halk eğitim merkezinde ben kalp hastalıkları hakkında, Nasuh Mahruki ülkemizde ve dünyada dağcılık konusunda bilgilendirici iki konferans verdik. Yöre halkı konferansa büyük ilgi duydu ve bitiminde bir süre karşılıklı sohbetler yapıldı. Bu toplantının çıkışında sayın kaymakamımız bizi otelimize kadar yürüyerek yolcu etti. Kendisinin yanında koruma dahi olmamasının ülkemizin bir kaç yıl önce büyük sorunlar yaşayan bu yöresinde emniyetin-güvenliğin bu boyutlara gelmiş olması bizleri çok mutlu etti. Otele döndükten sonra Nasuh tüm katılımcıları toplayarak birbirimizle tanışmamızı ve yakınlaşmamızı sağladı. Ayrıca programımız hakkında bilgiler verdi.

Pazar sabahı erken kalkarak kahvaltımızı yaptıktan sonra sırt çantalarımızı otelin önüne topladık. Bir otobüsün gelip bizi alarak Ağrı Dağı’nın eteklerine götüreceğini bekliyorduk. Bir anda kapının önünde bekleyen iki damperli kamyon tüm hayallerimizi yıktı. Asıl şoku tüm eşyalar kamyona yüklendikten sonra sevgili Nasuh’un “Herkes kamyona” diye bağırması ile yaşadık. Anlayacağınız otobüs ya da minibüs yoktu. Ağrı Dağı’nı ikinci görüşümüz kasabayı terk edip karayoluna çıktıktan sonra oldu. Saat 10 00 sıralarıydı, zirve güneşle parlıyordu ve dağ olanca görkemi ile önümüzdeydi. Ağrı Dağı’nın bu görkemi hepimizi çok heyecanlandırmıştı. Kadrolu bulutlar olarak adlandırılın bir bulut gurubunun hergün 10 00 sıralarında zirveye gelip tamamem kapattıktan sonra 15 00-16 00 sıralarında gittiklerini öğrendik. Kasabanın çıkışında Jandarma iznini tamamladıktan sonra Eli köyünün yoluna girdik. Eli köyü Ahmet Çoktin Ağa’nın ikiyüz dönüm arazisi üzerine kurulmuş tek haneli bir köydü. Ağanın iddiasına göre “Ağrı Dağı onundur”. Gerçekten onun topraklarından geçmeden Ağrı Dağı’na gitmek mümkün olmadığı gibi Ahmet Ağa’dan servis (at, eşek, katır, yiyecek, içecek, işçi) almadan Ağrı Dağı’nda yaşamak da mümkün değildir. Ahmet Ağa hepimizle birer birer ilgilendi. Kamyondan inen eşyalarımız at ve eşeklere yüklenerek bizden önce yola çıktı. Bu arada bol bol resimler çektirdik ve Med-Line ambülansındaki arkadaşlarımıza veda ettik. Bu arada Jandarma komutanımız bizzat bizi yolcu etmeye geldi ve güvenliğimiz için hiç tasalanmamıza gerek olmadığını belirtti. Ben kendisine “Yanımıza askermi vereceksiniz” sorusuna “Onlar sizi herzaman gözetleyecek, hiç tasa etmeyin” şeklindeki cevabı bize hep güven verdi.

Dağın eteklerindeki eğimi çok az olan yerlerden sevinç ve coşku içinde yürüyüşe başladık. İlk bir saat gerçekten rahat geçti. Ekip yavaş yavaş 3 gruba bölündü: Önde hızlı yürüyenler, orta gurup ile birlikte arkada Nasuh ve ben ekibin toplayıcısı olduk. Bütün yürüyüş boyunca her bypasslının yanına Nasuh tarafından görevlendirilmiş bir AKUT elemanı bir gölge gibi yanında oldu. Ayrıca her grubun başında ve sonunda gene birer AKUT görevlisi yürüyüşü kontrol etti.

Yürüyüşün başlangıcında önce iletişimden sorumlu sevgili Cem Sayoğlu içtiği sigaralar ve kondisyonsuzluğu nedeniyle sürekli yanımızda at ile yürüyen Ağrı’lı çocuğun ısrarla “Abe bin atıma götirim” tekliflerini değerlendirerek yoluna atlı olarak devam etti. Ata binerken “Ben bypasslı değilim, hele doktor hiç değilim. Ben iletişimciyim, erkenden gidip ana kampta hazırlıkları gözden geçirmeliyim” dedi. Yürüyüş yolumuz üzerinde sevgili kardiyoloğumuz Dr. Deniz Şener’i bir taşın üzerinde oturmuş terini silerken bulduk. Sıcak ve yorgunluğun etkisi ile kiloları ikiye katlanmış gibi olan sevgili Deniz’de Cem’in yukarıdan gönderdiği ata binerek ana kampa bir an önce giderek sağlık kontrollerine başlamak üzere yola çıktı.

Hızlı giden grubun altı saat, arkadan gelen grubun sekiz saat süren yürüyüşü sonucunda 3350 metredeki anakampımıza geldik. 3250 metrede bulunan bir düzlüğü gösteren Nasuh “Eskiden ana kamp burada idi, şimdi yukarı taşındı” demesine çok hayıflandım. Çünki artık sürünerek yürümeye başlamıştım ve yeni kampa ulaşabilmek için yaklaşık bir saat daha yürüdük. İçimden hep keşke ana kamp eski yerinde kalsaydı dedim. Ana kampa geldiğimizde öncülerimiz bizim çadırlarımızıda hazırlamıştı. Kardiyolog Dr. Deniz Şener hemen “Memorial Ağrı Dağı Polikliniğini” açarak bypasslılarımızın ve tüm katılımcıların ilk sağlık kontrollerini yaptı. Bu arada CNN ekibi Ağrı Dağı’ndan Türkiye’de bir ilki gerçekleştirerek canlı yayını yaparak tüm ekibin sorunsuz olarak ana kampa ulaştığını duyurdu.

Ana kamptaki ilk akşamımız çok keyifli oldu. Nasuh’un bizim için organize ettiği Explorer Cafe-Restaurant bize beş yıldızlı gibi geldi. Nasuh bize sürekli olarak bol su için, bol yemek yiyin diyordu. Fakat rakım yükseldikçe bende oluşan mide bulantısı biraz sıkıntı yaratıyordu. Çok acıkmış olmama rağmen akşam hazırlanan mükemmel yemekleri taşların üzerinde oturarak yerken bulantımı bastırmakta oldukça zorlandım.

3350 kampında bizim on çadırımız dışında yaklaşık 8-10 çadır daha vardı. Bunlar Fransız, Avusturyalı, Alman ve İsrailli dağcılardı. Komşularımızdan Avusturyalı grup içinden beyin cerrahı ve ortopedist olan iki kişi bizlerle uzun uzun görüşerek programımız hakkında bilgi aldı ve hayranlıklarını ifade ettiler.

İlk gece uyumakta çok güçlük çektim. Evimde ortopedik yatakta ve kaz tüyü yastıkta yatarken kendimi 2 metrekareden az bir çadırda uyku tulumu içinde, toprak üzerinde (bazı küçük taşlarda var) oğlum ile birlikte gecelemek önce oldukça keyifli geldi. Daha sonra uyku tulumunun altında bulunan iki santim kalınlığındaki mat denilen sertleştirilmiş süngerin hiç bir işe yaramadığını, sadece uyku tulumunu küçük taşlar tarafından yırtılmaktan koruduğunu öğrendim. Ayrıca zemindeki beş derecelik eğim nedeniyle sürekli çadırın alt tarafına kaymakta çok komik geliyordu. Bu arada gecenin sessizliği içerisinde en uzaktaki çadırda bile olan bir kıpırtı uyanmama yetiyordu. Eğer tuvalete kalkan bir arkadaşımız ise çadırına dönene kadar tekrar uyumam mümkün değildi. Aynı gece sevgili Cem içtiği sigaraların bedelini çok fena ödedi ve bütün gece boyunca solunum güçlüğü çekti. Dr. Deniz ile birlikte bronş genişletici sprey verip yaklaşık üç saat kendisiyle sohbet ederek paniğinin geçmesini sağladık. Kendine geldiği ilk fırsatta sigara yakması bu konuda ettiği tövbeleri tutmayacağını gösterdi. Bu arada benim tansiyonumun da 150 / 75 olması üzerine küçük bir tansiyon ilacı almam gerektiğine karar verdik.

Bütün bypasslılarımız geceyi sorunsuz geçirdiler. Ertesi sabah erken kalkıp kahvaltı yaptıktan sonra Kardiyolog Dr. Deniz Şener bypasslılarımızın kardiyolojik kontrollerini yaptı ve hiç bir sorunları olmadığını saptadı. Spor Hekimi Dr. Murat Beyaz bypasslılar ile birlikte genç AKUT elemanlarının 3 parametre solunum fonksiyon testlerini, pulse oksimetre ile oksijen saturasyonlarını, serum laktik asit seviyelerini ölçtü. Bazı dağcıların parmak kanı vermek istememeleri gülüşmelere ve şakalaşmalara yol açtı. Bu muayene ve testler her aşamada tekrarlandı. Saat 10:00 civarında ekip hazırlanarak 3800 metreye kadar aklimatizasyon (yüksekliğe alıştırma) tırmanışına başladık. Burada gördük ki 3350 kampı yaşamın üst sınırı imiş. Bu seviyeden sonra Ağrı Dağı tamamen taşlık ve sadece taşların aralarında kısa kısa otlar var. 3800 metreye yaklaştığımızda bunlar da kayboldu ve sadece tonlarca ağırlığında kayalar ortaya çıktı. Bu arada yürüyüşümüz daha da zorlaştı. Dinlenme aralıklarımız kısaldı, bununla birlikte dinlenme sürelerimiz artmaya başladı. Bu yürüyüşte de ekip hızlı yürüyenler ve yavaş yürüyenler olarak ikiye bölündü. Gene bypasslıların yanında AKUT’tan birer eleman gölge gibi yanlarındaydı. Ekibin en önünde sevgili Yılmaz kendine göre yavaş, bize göre çok hızlı yürümesine rağmen Nasuh ve ben ekibin en arkasından yavaş yavaş yürüyorduk. Bu durumu şöyle izah ettik: “Krallar arkadan gider”. Bu arada yükseldikçe aşağıdaki manzara çok daha görkemli oluyordu. Yukarıya doğru bakınca da kadrolu bulutlar olarak adlandırılan bulut grubu zirveye yerleşmeye başlamıştı. 3800 metrede bir kamp yeri bulacağımı umarken sadece hepimizin oturabileceği ve uzanabileceği büyük kayalar olan bir alan bulduk. Burada kaldığımız iki saat içerisinde öğlen yemeğimizi yedik ve dinlendik. Ben bu arada sabahtan beri devam eden bulantımı kontrol edemedim ve kustum. Bu arada herkes meşgul olduğu için beni farketmediklerine çok sevindim. Kustuktan sonra oldukça rahatladım ve dönüşe geçtiğimizde hiç bir sıkıntım olmadı. Akşam üzeri kampa dönüşümüzde kampta kalanlar bizi keyifle karşıladılar. Nasuh ile birlikte sembolik bir gösterisi yaparak tek sıra halinde dizilen katılımcıları birer birer sayarak “3800 metreye yapılan aklimatizasyon tırmanışı başarıyla tamamlanmıştır” dedim. Nasuh’un tüm ekibi kutlaması üzerine çadırlarımıza dağıldık. Akşam yemeğini daha rahat yedim. Yemekten sonra Nasuh ile yaptığımız brifingde ertesi günkü tırmanışta hız ve zamanın çok önemli olduğunu belirterek ben ve 63 yaşındaki bypasslımız İsmail Bölükbaşı’nın ekibi yavaşlattığımızı belirterek 4200 metreye devam etmeyip 3350 kampında kalmamızı önerdi. Her ikimizde bu teklifi memnunlukla karşıladık. O gece yorgunluğun zirvesini yaşamış olmama rağmen gene de uyuyamadım.

Salı sabahı erkenden uyanarak kahvaltımızı yaptık. Gerekli sağlık kontrollerini yaptıktan sonra ben, Dr. Deniz Şener, iletişim sorumlumuz Cem Sayoğlu ve bypasslımız İsmail Bölükbaşı 4200 kampına çıkacak olanları tek tek ellerini sıkıp başarılar dileyerek uğurladık. Bundan sonra adım adım telsiz bağlantısı ile ekibi takip ettik. Akşam üzeri sorunsuz olarak ekip 4200 kampına ulaştı. Burada gene gerekli sağlık kontrolleri yapılarak katılımcıların hiç birinin sorunu olmadığı saptandı. Buna rağmen Nasuh Mahruki bu seviyeden sonra tırmanışın özel dağcılık eğitimi gerektirdiğini belirterek bypasslıların daha yukarı çıkmayarak geri dönmesini uygun gördü. Yaptığımız telsiz görüşmesinde bypasslıların 4200 metreye buzul sınırına giderek kar üzerinde Clup Bypass bayrağını Nasuh’a emanet ederek “Biz bu bayrağı buraya kadar taşıdık sizden bunu zirveye dikmeni rica ediyoruz” diyerek teslim etmelerine karar verdik. Daha sonra iki bypasslımız bir AKUT elemanının eşliği ile anakampa döndüler ve geceyi birlikte geçirdik. Bu olaya en çok Selim Sitar içerledi. “Ben zirve yapacaktım ama doktorum ve Nasuh Mahruki izin vermedi, ben de onlara ve arkadaşlarıma ayıp olmasın diye kabul ettim” diyerek hayıflandı durdu. Gerçekten gerek Selim Sitar’ın gerekse Ayhan Çakar’ın fizik kondisyonları 5137 zirvesine çıkacak kadar mükemmel olmasına rağmen şartları bu kadar zorlamak istemediğimiz için onların tırmanışını 4300’de noktalamayı tercih ettik. Selim Sitar “Zirveye çıkabilirdim, hatta öbür tarafına bile geçebilirdim” diyerek bizleri çok güldürdü. Arkadaşlarımız ile Ağrı Dağı’nın akşam güneşinden yararlanmaya çalışırken aniden anakampa dolu yağmaya başladı. Kendimizi Cafe Explorer Çadırına güç bela attık ve çadırımızın üzerine düşen küçük buz parçalarının çıkardığı gürültüleri on dakika için keyifle dinledik. Aynı sırada 4200 de yağan dolu gece kara çevirdi. Çarşamba sabah uyandığımızda buzul seviyesindeki karların daha aşağılara indiğini gördük.

4200 kampında bulunan ekip Çarşamba sabah 04:30’da kalkarak kahvaltı yapıp hazırlıklarını tamamladıktan sonra zirve tırmanışına başladılar. Ekipten araştırma görevlisi Dr. Faruk Tükenmez 4400’de, Ozan Sönmez, 4700’de akut dağ hastalığı (şiddetli baş ağrısı ve kusma) olmaları nedeniyle geriye dönmek zorunda kaldılar. Ekipten geri kalan 14 kişi saat 11:30’da zirve yaparak Clup Bypass, Memorial Hastanesi ve Sponsorlarımızın bayrakların zirveye diktiler. Bu esnada biz ana kamptan olayın her aşamasını telsiz ve cep telefonları aracılığı ile takip ettik ve onlar tam zirvede iken sevinç çığlıkları attık. CNN ekibi gene bir ilki gerçekleştirerek zirveden canlı yayın yaptı. Bu esnada hastanede televizyon başında bizi izleyen ameliyathane ekibimizden arkadaşlarımızın sevinç çığlıklarını neredeyse Ağrı Dağı’ndan duyduk.

Kahvaltıdan sonra çadırlarımızı yavaş yavaş toplayarak inmeye başlayan zirve ekibini saat 11:00 sıralarında anakampta büyük bir sevinçle karşıladık ve tek tek kucaklaşıp birbirimizi kutladık. Kısa bir istırahat molasından sonra anakamptaki tüm eşyamızı katırlara yükleyerek Eli köyüne doğru inişe geçtik. Expedisyon sırasında bize çok hizmet eden Yusuf yol üzerinde 2900 metrede amcasının olan Musa Yayla’da bizi ağırlamadan bırakmayacağını söyledi. “Yusuf sizin yayla nerede” diye sorduğumuzda “200-300 metre aşağıda” dedi. “Yani yusuf şu tepenin arkasında mı?” dediğimde “Evet 20-25 dakikada gidilir” dedi. Meğerse Yusuf’un söylediği rakım olarak dikine 200 metre imiş ve yaklaşık 3-4 saatlik bir yürüyüşten sonra ulaşabildik. Yaylada iki Kızılay çadırı vardı ve genç kızlar bayramlık veya düğün elbiselerini giymiş olarak bizi karşıladılar. Tertemiz halılar üzerinde bize çok mütevazi bir öğlen yemeği ve çay ikram ettiler. Daha sonra bu ikramı Dr. Deniz’in, Yusuf’un karısının sistitini başarı ile tedavi etmesine borçlu olduğumuzu öğrendik.

Başlangıç yerimiz olan Eli Köyü’ne ulaştığımızda kaymakam beyin gönderdiği davul-zurna ekibi bizi karşıladı. Burada en çok hoşuma giden köylülerin bizden daha çok keyiflenerek halay çekmeleri oldu. Sorduğumda bizim kazasız belasız dönmemiz için çok dua ettiklerini ve sonuçtan çok memnun olduklarını söylediler. Eli Köyünde bizi uğurladığı gibi karşılayan Med-Line ambülansında bypasslılarımızın EKG’lerini çekerek sağlık kontrollerini yaptık ve hepsinin sorunsuz olduklarını saptadık.

Aynı gün akşam Doğu Beyazıt kaymakamı Nurullar Çakır Bey tüm ekibe, içi yöresel halılar ile döşeli, otantik bir ortam içerisinde keyifli bir akşam yemeği ikram etti. Akşam otel odalarımıza geldiğimizde ilk gün kaç yıldızlı olduğunu tahmin edemediğimiz otel bize beş yıldızlı gibi göründü. Özellikle üzerinde yattığım somyenin ilmin en büyük icadı olduğuna kanaat getirdim. Ekipten bir grup arkadaş yorgunluklarını atmak için kendileri için açılan özel gece hamamına gittiler.

Cuma günü İran sınırındaki Meteor Çukuru ve Üzengili Köyü’nde bulunan Nuh’un Gemisi’ni ziyaret ettik. Akşam bypasslılarımızdan Selim Sitar’ın ekibe ikramı olan akşam yemeğinde tüm katılımcılar tek tek konuşmalar yaparak duygularını dile getirdiler. Bu konuşmalardan en ilginci: Antalya Spor Akademisi öğretim üyesi olan, Antalya AKUT’un lideri Yılmaz Sevgül “Arkadaşlar, Ağrı Dağı’na çıkmak için en az 4 yıllık dağcılık deneyimi gerekir. Siz dağcılığa Z harfinden başladınız ve bunu başardınız. İnanılacak gibi değil” diyerek başarımızı kutladı.

Hiç bir dağcılık deneyimi olmayan beş doktor, üç bypasslı ve gönüllü katılımcılar ve ülkemizin öğünç kaynağı olan AKUT’un değerli üyelerinin yardımıyla “Ağrı Dağı’na Bypass Projesi” başarıyla sonuçlandı. Bu proje ile bypass ameliyatı olmuş veya gelecekte bypass ameliyatı olacak olan insanlara, ailelerine, çalışma arkadaşlarına ve topluma gerekli mesajı vermiş olduğumuza inanıyorum.

Bugün artık bu ülkede yaşayan herkes inanıyorki:

“KORONER BYPASS AMELİYATI OLAN İNSANLAR TAMAMEN NORMAL YAŞANTILARINA DÖNERLER, HATTA AĞRI DAĞI’NA BİLE ÇIKABİLİRLER”

Ağrı Dağı’nda bu efsaneyi yaratmak için katkısı olan herkese, tüm bypasslılar adına binlerce kez minnet ve şükranlarımı sunuyorum.

Dr. Bingür SÖNMEZ